قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
“(Babaları Ya’kûb):
«–Hayır, hayır! (Korkarım yine) nefsleriniz size bir işi câzip gösterip (ayağınızı kaydırmıştır). (Bana düşen, bu hâle karşı sükûnet ve ümit içinde) güzelce sabretmektir. Ümid ederim ki Allâh bütün kaybettiklerimi bana lutfedecektir. Çünkü O Alîm’dir, Hakîm’dir.” (Yûsuf, 83)
Yûsuf’un kardeşleri daha önce babalarına yalan söyledikleri için, bu sefer de söyledikleri doğru söze babaları inanmak istemedi. Onlara:
“–Hayır, sizi nefsleriniz aldatıp böyle büyük bir işe sürüklemiş, yoksa bizim şerîatimizde hırsızın esîr olarak yakalanacağını azîz ne bilirdi?” dedi.
وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
“Onlardan yüz çevirdi de: «Ah Yûsuf’um ah!» diye sızlandı ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Kederini içine gömdü.” (Yûsuf, 84)
Yûsuf’u kaybettiği günden beri Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın, gözüne uyku girmedi. O zaman yeryüzünde bulunanların Allâh indinde en şerefli olanı Ya’kûb -aleyhisselâm- idi. Nihâyet ağlaya ağlaya Ya’kûb’un gözlerine ak indi. Bunun bir hikmetinin de, diğer oğullarını görüp hüzün ve kederinin daha fazla ziyâdeleşmemesi için olduğu söylenir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Allâh Teâlâ Hazretleri:
«Ben kimin en kıymetli iki varlığını (gözlerini) almışsam ve o da sevâbını umarak bu hâle sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye râzı olmam.» buyurdu.” (Tirmizî, Zühd, 58/2400)
Buhârî’nin rivâyeti ise şöyledir:
“Allâh Teâlâ Hazretleri buyurdu ki:
«Ben kulumu iki sevdiğiyle imtihân edersem, o da bu hâle sabır gösterir (ve sevap umarsa) onlara bunun karşılığında cenneti veririm.»” (Buhârî, Merdâ, 7)
Ya’kûb -aleyhisselâm- kırk sene ağlamıştır. Onun âmâlığı husûsunda bazı büyükler şöyle demişlerdir:
Allâh Teâlâ bu âmâlığı, Ya’kûb’a, Yûsuf’un dış görüntüsünü değil, O’nda tecellî eden “cemâl-i mutlak”ı dâimî olarak seyretmesi için vermiştir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın cemâl nûrları Yûsuf’ta tecellî etmişti ve Ya’kûb da bu sebeple Yûsuf’u fazla sevmekteydi. Ancak “hüsn-i mutlak” olan Mevlâ’ya karşı gayr-i irâdî bir hatâ sebebiyle Cenâb-ı Hak, Yûsuf’u O’ndan ayırdı. Yûsuf’un zâhirine nazar eden gözlerini aldı.
Burada işâret edilir ki, kul, âlemin zâhirine baktığı zâhirî gözden ve gördüklerinden fânî olmadığı müddetçe, “Hüsn-i Mutlak”ı, yâni Cemâl-i İlâhî’yi müşâhedeye nâil olamaz!
İfade iconEmoticon