İmtihan ve sorumluluk ( İslam’a Göre İNSAN )


İnsan bir de emanet yüklenmiştir ki , bununla, dünyada imtihan olmasının bir gereği olarak irade ve tercih özgürlüğüne sahip kılınmıştır. Özgür irade, kavrama yeteneği, kişisel girişim ve sorumluluk yüklenme vasıfları ile donatılmıştır. Yeryüzünün halifesi onuruna sahip kılınmasının doğal gereği ise, bu “irade serbestisi” (tercih özgürlüğü) emanetini, istikamet üzere ve büyük bir sorumlulukla kullanarak, tevhidi ve adaleti ikame etmektir. Aslında emanet sorumluluğu insanı böyle bir davranışa yönlendirmektedir.

Allah (c.c.) insanı yaratırken, onun nefsine “fücûr” (kötülük, Allah’a isyan etme) ve “takva” (iyilik, Allah’tan sakınma, Allah’a itaat etme) eğilimini (kabiliyetini) de ilham ettiğini beyan etmektedir. Böylece, fıtraten temiz olarak yaratılan ve bu temiz fıtratı muhafaza edebilecek, fıtratın yolu olan tevhid, adalet, iyilik yolunda direnmesini sağlayacak tüm imkan ve yeteneklerle donatılan insan, irade serbestisi, tercih özgürlüğü sebebiyle bu imtihan dünyasında, dilerse inkar edip, kötülüğe, fesada ve küfre, dilerse iman edip iyiliğe, adalete, takva yoluna yönelebilecektir.

İmtihan sebebiyle insan, Kur’an’da çeşitli adlarla ifade edilen, (Hak-batıl, Maruf-Münker, Takva-fücur, Nur-Zulumat, Allah’ın Şeriatı-bilmeyenlerin hevası, İslam-cahiliye) , iki yolun başında ve özgür iradesiyle, ikisinden birisini tercih etmek üzere, serbest bırakılmıştır.
Hak ve batılın oluşturduğu bu iki yolun kavşağında insan, hiç şüphesiz, yol bilmez bir başıboşluk içinde de bırakılmamıştır. Yaratıcısı, insana dünyada imtihan olmakta olduğunu, bu iki yoldan hangisinin iyi hangisinin kötü olduğu bilgi ve bilincini, vahy ve yaratılışla vermiştir. İyinin ve kötünün bilgisini ve bunları birbirlerinden ayırdetme kabiliyetini bahşetmiş, üstelik iyi yola gitmesi ve kurtuluşa ermesi, dünya ve ahıret saadetini yakalaması için her türlü tedbiri almış, Peygamber’ler ve kitaplar göndererek kötüye, isyana gidenleri uyarmış, iyiye gidenleri ise teşvik etmiş ve cennetle müjdelemiştir.

“O (Allah) hanginizin güzel ameller yapacağınızı sınamak için hayatı ve ölümü yarattı.” “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikatten huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” “İnsanlar imtihandan geçirilmeden ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”

Tüm bu ayetler ve bunlara benzer daha pek çok ayeti kerime açıkça ortaya koymaktadır ki, insanlar olarak; “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”, Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz. Sadece Allah’a kulluk etmek üzere yaratılmış ve yeryüzünde halife misyonuyla onurlandırılmış varlıklar olarak, acaba bu misyonun gereğini yerine getirerek sadece Allah’a kulluk yapmak, sadece Allah’ı ilâh edinmek hususundaki ahdimize sadakat gösterecek miyiz, yoksa başta kendi hevamız olmak üzere Allah’tan gayrısını da ilah edinip, yüklendiğimiz emanete ihanet edecek miyiz? hususunda imtihan olmaktayız.

Bu sebeple dünya hayatımız, Allah’a doğru yürüyüşümüzdür. Tekâmül sürecimizdir. O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz. İşte bu yürüyüşümüz esnasında, tekâmül sürecimizde imtihandan geçmekteyiz. Bu açıdan bakıldığında, dünya bir nevi bir okul görünümündedir. Bu okul hayatında, insanın tekamülünü, gelişmesini en sağlıklı bir biçimde tamamlayabilmesi, dünya imtihanında başarılı olabilmesi için gerekli olan tüm araç-gereçler ve ona her türlü güvenliği, ihtiyacı olan olumlu ortamı temin eden şartlar, imkanlar Allah tarafından bahşedilmiştir. Tüm insanlara yaratıcı tarafından bahşedilen bu donanımlara insanın temel hakları diyebiliriz. Kur’an, bunları insanın temel sorumlulukları, görevleri ve kulluk vecibeleri olarak zikretmektedir.

En üstün yeteneklerle, akıl ve ruh gibi görkemli nimetlerle ve tekamül sürecini en mükemmel şekilde tamamlaması için gerekli olan temel hak ve özgürlüklerle donatılan ve Peygamberler, kitaplar gönderilmek suretiyle istikameti gösterilen, yapması ve yapmaması gerekenlerin bilgisi verilen insan, hak ve batıldan oluşan iki yol kavşağında dilediğini tercih özgürlüğüne sahip bir şekilde bırakılıyor. Artık, dileyen iman edip, ahdine sadakat gösterip, “halife”lik onuruna müstehak olacak, dileyen de inkar edip, bu onurdan uzaklaşarak “esfelesafiline” (aşağıların aşağısına) sürüklenecektir.

Rabbimizin Kur’an’da açıkça beyan ettiği üzere, ahdine sadakat gösterip Allah’ı tevhid edenler, Allah’tan başkasına kulluk ve iteati reddedenler, dünya hayatlarını sadece Allah’ın hükümlerine göre düzenleyenler (ki Allah, bireysel ve toplumsal hayatın, ekonomik, sosyal, hukuki ve siyasi tüm alanlarını düzenleyen nass’lar vazetmiştir) Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olmak onuruna hak kazanıp, meleklerin bile gıpta edecekleri bir konuma yüceleceklerdir.

Özgür iradeleri ile yaratıcılarına başkaldıran, tuğyan edip “tağut” laşan insanlar ise, bireysel ve toplumsal hayatlarından “Allah’ı kovma” teşebbüsüne girişip, kendilerinin veya diğer hemcinslerinin sınırlı ve kirlenmiş akıllarının ürünü kanun, kural ve modellerini esas alarak “hevayı ilah edinecekler” , ve bu sebeple de, hem hilafet misyonuna ve Allah’la ahidlerine ihanet edecekler, hem de bu kötü tercihleri yüzünden Allah’ın “onlar hayvanlar gibidirler, hatta tercih ettikleri yol bakımından hayvanlardan bile daha aşağıdırlar” hitabına muhatap olacaklardır. Bu ikinci tür insanlar artık fıtratlarını bozarak, tevhid, adalet ve fıtrat yolunu terk ederek kendi hevalarını esas aldıkları için, Allah’a, hemcinslerine ve doğaya karşı sorumluluklarının gereğinden uzaklaşarak, toplumsal hayatı kendi çıkarları ekseninde yaptıkları beşeri kanun ve kurallarla yönetmeye başlarlar ve geniş kitlelere her türlü zulüm ve işkenceyi yapmaktan çekinmezler. Bu sebeple de hayvanlardan bile aşağı bir sapıklığa sürüklenirler.

Hayvanlar yaratıcının takdir ettiği misyona isyan edemezler, yaratıcı arıya bal üretmesini emretmiştir, o bal yapar, inek süt verir ve kendilerine çizilen program dahilinde fonksiyonlarını itirazsız yerine getirirler. Ama insan imtihan sebebiyle kendisine tevdi edilen irade serbestisi emanetini sorumluluk bilinciyle doğru bir şekilde kullanmazsa hayvanların bile yapmadıklarını yapmaya, Rabb’ine isyan ederek, doğaya ve hemcinslerine “hevası”nın arzu ve isteklerine göre tahakküm etmeye, zulüm yapmaya başlar. Hayvan sadece karnını doyurmak için avlanıp, öldürürken, hayvanlardan aşağı konumları tercih eden insan, insanlık tarihi boyunca on milyonlarca hemcinsini yemek için değil, sadece hırsını tatmin etmek , sömürü ve tahakkümünü sürdürmek adına katletmiştir. Yüz milyonlarca hemcinsinin yaşadığı ülkeleri sömürge edinip, emperyalist emelleri uğruna, yaratıcının tüm insanlara lütfettiği en temel haklarını fütursuzca ortadan kaldırabilmiştir.

Aslında, Allah’ın insana verdiği irade serbestisi emaneti bir yandan insana bir özgürlük getirirken, diğer yandan imtihan yükümlülüğü ile birlikte muazzam ve gerçekten ürkütücü bir “sorumluluk” da getirmiş bulunmaktadır. İnsan bu sorumluluğunun gereğini yerine getirip, doğru tercihi yaptığında yani temiz fıtratını bozmadan, aklının ön yargılarla kirlenmesine fırsat vermeden, vahye tabi olmayı ve vahyin en güzel şahidliğini oluşturan Rasulullah’ın (SAV) güzel örnekliğini esas aldığı zaman, yani sadece Allah’a kulluk çizgisini tercih ettiğinde gerçek özgürlüğü yakalamış olacaktır. Yeryüzüne tevhidi ve adaleti ikame etme sorumluluğuna ve hilafet misyonuna uygun davranmış olacak, kendisinin veya hemcinslerinin “hevasının” (Allah’ın hükümlerine mugayir arzu ve isteklerinin) kulu olmaktan kurtularak özgürlüğün zirvesine ulaşacaktır. Çünkü kula kulluktan kurtularak, sadece -bütün evreni ve bütün inanları yaratan- Allah’ın kulu haline gelmekle, kendisine tahakküm edenlerin zulüm, baskı ve dayatmalarından azade olmak gibi bir onurlu konumu elde edecektir.

İslam, şirke bulaşmış hristiyanlık inancının aksine, bütün insanların günahsız ve tertemiz bir şekilde dünyaya geldiklerini sorumluluğun ise ergenlik çağından itibaren başladığını kabul etmektedir. Hristiyanlık ise, her doğan çocuğun günahkâr doğduğuna inandığı için, çocuklar bu doğuştan gelen “ilk günah”tan arındırılmak amacıyla kilise tarafından “vaftiz” edilmektedirler.

Yine İslam inancına göre, bütün insanlar topraktan yaratılmış olan Adem’in çocukları olup bir tarağın dişleri gibi eşittirler . Aynı topraktan yaratılmış aynı anne babanın çocukları olup eşit temel haklara sahip olarak doğarlar. Hiçbir kavim diğerlerine üstün görülmediği gibi, yaratılış itibariyle ve dünya okuluna başlarken hiçbir insan diğerinden üstün kabul edilmemektedir. Dünya imtihanı sürecindeki üstünlük ise sadece “takva” hususundaki üstünlükle irtibatlandırılmıştır.

İslam bundan yaklaşık 1500 yıl önce Habeş’li siyah bir köleyi, İslam ordularının başkomutanlığına getirirken ezilenleri, dışlananları koruma mücadelesi verirken, mustaz’af(zayıf bırakılmış)ların hak ve özgürlüklerini savunurken, dünya bu alanda düşünmeyi bile henüz aklından geçirmiyordu.

İnsanlar arasında çok boyutlu ayırımların yapıldığı, zulüm, haksızlık ve işkencelerin doğal karşılandığı, güçlünün haklı sayıldığı yüzkarası bir ortamda İslam insanlar arasında;
Temel haklardaki eşitliği,
Özgürlüğü,
Adaleti,
İnsan onuruna saygıyı gerçekleştirdi.

İslam’ın getirdiği bu temel hak ve özgürlükleri dünyada beşeri hiçbir sistem ve hiçbir toplum henüz bilmiyor ve tanımıyordu. Bugün dahi hiçbir sistem veya toplum, İslam’ın yaklaşık 1500 yıl önce ortaya koyduğu seviyeye doğru ciddi sayılabilecek bir yakınlaşma gerçekleştirememiştir.

3. İnsanın Allah’a ve hemcinslerine karşı
sorumlulukları:

İnsanı bu kadar mükemmel bir biçimde yaratıp ona “bilgi”yi ve bilgiye ulaşma potansiyelini lutfeden Rabb’imiz, fıtri ve kevni olana ilaveten vahiyle her şeyin hükümünü, ölçüsünü ve hudutlarını da bildirerek tekamül ve kurtuluş yolunu göstermiş, bu yolun güvenliğini sağlayacak normları oluşturup ona ulaştırmıştır. İnsanın yeryüzündeki bu serüveninde, Allah’a, hemcinslerine, eşya ve doğaya karşı sorumlulukları ve bu çerçevede çok boyutlu ilişkileri söz konusudur. İnsan-Allah, insan-insan, insan-toplum, insan-eşya ve insan-doğa ilişkilerini düzenlerken nasıl davranması, neleri yapıp, neleri yapmaması gerektiğinin hükmü ve bilgisi insana vahiyle bildirilmiştir.

“Yaratma da emretme de yalnız Allah’a aittir” . Allah sadece yaratıp, sonra yaratıklarını başıboş bırakmamakta, yaratıklarının hayatlarını planlayıp, programlayan hükümler de vaz etmektedir. İnsanlar ve cinler gibi, imtihan sebebiyle “tercih özgürlüğü”ne sahip kılınmış olanlar dışındaki tüm yaratıklar Allah’ın kendileri için belirlemiş olduğu program çerçevesinde bu “emir”lere itirassız ve harfiyyen riayet ederler. Fıtrat ve evrenin işleyiş yasalarını da ihtiva eden bu alandaki “Allah’ın hakimiyeti” “kozmik hakimiyet” olarak nitelendirilmekte olup, zorunluluk arz eder. İnsanın hayatını düzenlemeye yönelik “emir” ve “hüküm”ler de Allah tarafından belirlenmekle beraber, imtihan sebebiyle insan bunlara uyup uymamakta serbest bırakılmış olup hesabını ahırette verecektir. Yaratma ve emir Allah’a ait olduğu için, bu “emir” ve “hüküm” kavramlarının çerçevesine giren, “hak”ları ve “görev”leri belirleme işi de Allah’a aittir. Emir ve yasakları, hakları ve vazifeleri belirleme işini, bir “ferd”e, “zümre”ye ya da “toplum”a bırakmayıp bizzat yaratıcının üstlenmiş olması aslında “insan hakları”nın ve gerçek “hukuk devleti”nin en büyük ve kesin güvencesini oluşturmaktadır. “Adalet” herkese hakkını vermek demek olup, Allah kullarına adaletle hükmetmeyi emretmektedir. Gerçek bir adaletin tesisi, ancak, adil tek hukuk sisteminin kaynağı olan Allah’ın, “yaratmak ve emretmek” makamında tek ve ortaksız bulunduğuna iman edip, emirlerini tam bir teslimiyetle yerine getirmekle mümkün olabilir.

Bir insanın ahlakı; o insandan sadır olan davranışların bütünüdür. Nefse, öze hangi kavram, değer ve ölçüler ekilirse, ona uygun davranışlar, “ahlak” olarak o insandan sadır olacaktır. Bu, Allah’ın değişmez yasasıdır. İşte Allah, özümüze ilahi, tevhidi kavram, değer ve ölçüleri hakim kılmamızı, özümüzde var olanı bu istikamette değiştirmemizi emretmekte, davranışlarımızı, ahlakımzı belirleyen kuralları, “emirden bir şeriat kılarak” insana sunmaktadır.

“Sonra seni de emirden bir şeriat üzerinde kıldık. O halde ona uy bilmeyenlerin hevalarına uyma.” ayetinde açıkça ifade edildiği gibi, insana da hayatın tüm alanlarını düzenleyen Allah’ın emirlerini ihtiva eden bir şeriat (hukuk sistemi) indirilmiş ve insanın “hak” ve “görev”leri de bu çerçevede yaratıcı tarafından belirlenmiş bulunmaktadır. Bu emirlerin oluşturduğu normları özümseyerek hayata taşımak, insanın imani ve ahlaki sorumluluğudur. Yaratmak Arapça “halk” demek iken, Allah’ın emirlerine uygun davranışlar bütünü yani “ahlak”da aynı kökten gelen “hulk” kelimesi ile ifade edilmektedir. Sonuçta, “halkeden” (yaratan) Allah, insanın ilişkilerinin, davranışlarının normları anlamındaki ahlak(hulk)i değer, ölçü ve kurallarını da belirlemektedir. Yani “halk” da, “hulk”un kurallarını koymak da Allah’a aittir. Allah, insandan kendi serbest iradesiyle Kur’an’la ahlaklanmasını istemekte ve ancak iman ve salih amelle kurtuluşa erebileceğini bildirmektedir. Allah’ın hayatı düzenleyen bu hükümlerine iman edip, onlara uygun yaşaması halinde insanın hayatı, zaten (ister istemez) Allah’ın hükümleri çerçevesindeki bir program dahilinde hayatiyetini sürdüren fıtrat ve evrenle barışık ve uyumlu bir konuma gelecektir. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği iki şeyin yani “vahiy” ve “tevhid” ile “fıtrat”ın arasının kesilmemesi ancak böylece pratize edilmiş, “insan hakları”nın ihlaline yol açan “fesad”ın yayılması da ancak böylece engellenmiş olacaktır. İşte insanın hayatını düzenleyen ve insanın ahlakının sahih kaynağını teşkil eden bu ilahi “emir”ler içinde en önemli yeri, bu gün “insan hakları” diye tanımlanan “temel haklar” ve “hukuk” teşkil etmektedir. Bu emirlerden oluşan Allah’ın şeriatı, insanın kendi dışındaki varlıklarla karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirlemektedir.

İslam aleminin bu günkü zilleti, tabii ki Kur’an’dan ve bu temel değerlerden kopmasından, uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Buna rağmen, İslam alemindeki bütün bu bozulmalara rağmen, vahyin kırıntıları, tarihi ve kültürel İslam’ın özünde nesilden nesile taşınan vahyi temel değerlerin esintileri dahi, bu gün İslam halklarını hâlâ batıya nazaran daha insani ve daha adil, hatta gerçek anlamıyla daha medeni bir konumda tutabilmektedir.
Unknown
Unknown

sonraki
« Prev Post
önceki
Next Post »
Blogger tarafından desteklenmektedir.