Büyük zulümlere muhatap olarak yürüttüğü mücadele sonunda Roma’nın (Batının) resmi dini olan Hristiyanlık, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği, eksiksiz insan hakları anlayış, ilke ve normlarını ihtiva eden tevhid dinini tahrif edip şirke bulaştırarak, Ruhban’ın son sözü söylediği kilise dini haline dönüştü. Hristiyanlık batıya yerleşirken değişime uğrayarak, artık tevhid dini olma özelliğini yitiriyor ve insanları, Sezar ve kilisenin (iki efendinin) kulu haline getiriyordu. Tevhidi özelliğini kaybederek şirke bulaştırılan Hristiyanlık, menşeinde var olan özgürlükçü, haktan, adaletten ve ezilenden yana kimliğini de kaybediyor, tam tersine Sezarların, güç sahiplerinin, egemen zorbaların emrine giriyordu. Allah’ın kullarını şaşırtıp, oyalıyor, egemen güçlere koşulsuz itaata çağırıyor, onların sömürü ve tahakküme dayalı ayrıcalıklarına kutsallık ve meşruiyet sağlama misyonunu üstleniyordu. Hristiyanlığın hayatı kuşatan “şeriat” (hukuk) içeriği, ileride zuhur edecek sekülerizmin işini kolaylaştıracak şekilde büyük ölçüde boşaltılıyordu. Artık insanların kurtuluş umudu olmaktan çıkarak, Greko-Romen şirk kültürüne eklemleniyordu. Orta doğudan batıya geliş sürecinde yapılan tahrifatlarla aslından uzaklaştırılarak, peygamberini ve rahiplerini ilahlaştıran bu yeni şirk dini, heva ve zannın ürettiği dogmaların egemenliğini sağlamak uğruna, “Engizisyon” zulmünü ve korkuyu egemen kılıyor, bu karanlık çağda on binlerce insan ve bilim adamı yakılarak öldürülüyordu. Bu dönemde kilise adamları, ruhban sınıfı, kendi hevalarının ürettiği kuralları sanki Allah’ın hükümleri imiş gibi topluma dayatarak, bunlar üzerinde düşünmeyi, şu veya bu şekilde akıl ve düşüncenin devreye sokulmasını ve tartışılmasını dahi yasakladılar. Teslis inancıyla Allah’ı üçe çıkarıp, “Meryem oğul Mesih’in de Allah’ın oğlu bir ilah olarak kainatın işlerinin yönetilmesinde Allah’ın ortağı olduğunu” iddia ettiler. Üstelik insan aklı hacr altına alındı, faaliyetten, düşünmekten yasaklandı. Çünkü insanlar akıllarını kullanır ve düşünürlerse bu büyük sapma ve çelişki ortaya çıkacak, belki de reddedilecekti. İnsan aklının aynı zamanda tek bir şey olan üç ayrı şey düşünmesi mümkün değildi. “İşte aklın tamamen devre dışı kaldığı bu dönemde, batı düşüncesinde, tartışılması yasaklanan büyük sapma ve çelişkiler arasında, olduğu gibi kabul edilen “dogmalar” ortaya çıktı. Akıl, Allah’ın bir ve tek olduğunu, göklerde ve yerde Allah’tan başka ilah olması halinde düzenlerinin bozulacağı hususları üzerinde düşünmeye, tefekkür etmeye yöneldiği yerde….Kilise kalkıyor ve ona: “ilah üç tanedir” diyor. Daha sonra işleri iyice karışık hale getirerek şunları söylüyor: üç birdir, bir de üçtür. Bunun arkasından da terör uygulayarak, bu gibi hususların tartışılmasını yasaklıyor. Akıl, kendi mantığını ve düşünme yollarını kullanarak Allah’ın çocuk sahibi olmaya ihtiyacının bulunmadığına, bütün mahlukatı bizzat kendisinin iradesi ile yarattığına ve hepsinin O’nun kulları olduğuna, dolayısıyla ihtiyacı olmayan bir şeyi edinmekten münezzeh bulunduğuna, her şeyi yaratan ve belli bir ölçü ve düzen içerisinde takdir eden Allah’ın ortaklardan münezzeh olduğuna, çünkü her şeyin melekutunun ve yönteminin elinde bulunduğuna, yönetmede yorgunluk ve zorlukla karşılaşmadığına ve tüm bu sebeplerle herhangi bir ortağa, yardımcıya muhtaç bulunmadığına… iman etmek yolunu seçtiği halde, kilise kalkıp ona şöyle demektedir: “Hayır, Allah’ın bir çocuğu vardır, iradesiyle onu yarattıktan sora evlât edinmiştir. Bu evladı Meryem oğul Mesih (AS) O’nun ortağıdır. Allah’la birlikte bir başka ilahdır” ve bu sapık akideyi akla zorla kabul ettirmeye çalışıyor, tehdit ve terör estiriyor. İşte “karanlık ortaçağ” diye adlandırılan ve yaklaşık on asır süren bu dönemde batı düşüncesi, aklın tamamen devre dışı bırakıldığı, düşünmenin, konuşmanın ve ilim yapmanın yasaklandığı dar kalıplar içine sıkıştırılmış ve kilitlenip bırakılmıştır. Rabbi’mizin Tevbe Suresi’nde çok net bir biçimde ifade ettiği gibi, Rahiplerin, papazların, Yahudiler açısından da hahamların, bilginlerin ilah edinilmeleri suretiyle, Grek rasyonalizminde ilahlaştırılan genel aklın ve genel hevanın yanında bu sefer özelde din adamlarının hevasının ilah edinilmesine doğru bir geçiş sağlanmıştır. “Onlar Allah’ı bırakıp da rahiplerini, hahamlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Halbuki onlar bir tek ilaha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı…” Allah’ın adı kullanılarak, rahiplerin, hahamların kendi hevalarından uydurdukları emir ve yasaklar insanlara dayatılmış ve geniş kitlelerce de bu hal kabullenilerek, rahip ve hahamların vazettikleri hükümler sorgulanmadan tabi olunduğu için, din adamlarının ilahlaştırılması ve onların tahakkümü altında teokrasi denilen, Allah’ın diniyle alakasız, Allah’tan ve tevhitten soyutlanmış zalim ve insan (ruhban) iradesini, aklını esas alıp belirleyici kıldığı için de bu anlamda “laik” bir sistem doğmuştur.
sonraki
« Prev Post
« Prev Post
önceki
Next Post »
Next Post »
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Blogger tarafından desteklenmektedir.
İfade iconEmoticon